28 Mart 2012 Çarşamba

the man who wasn't there


  
uzun zaman sonra orada olmayan adam olmamaya karar verdim, en azından bundan sonrasında hobi olarak devam ederim dedim ve yola koyuldum.

stir it up çalıyordu, şaşırmadım. on milyon adamın sikinin peşine takıldığı havalara uzaktım, ışık hüzmelerinden kontrollü deliliğe ulaştım, mp3 çalarımı yanıma almıştım, istediğim görüntülere istediğim sesleri bulaştırdım. neyse ki mistik sesleri depolayabiliyordu insanlık, yetindim.

redemption song'a biraz daha var mıydı dersin? ''kendini görmediğin kadınların kılığına bürünmüş kumun kollarına mı bırakırsın bilmem, belki saçma laflar edersin, ama başın ağrımaz burada'' yazan bir tabela görür gibi oldum. gün batımına adanmış onca şarkı vardı, birileri bir yerlerde hala şiir yazıyor muydu sahi? sen sırıtmaya devam mı etseydin? fazla mı ciddi kaçtı yoksa? kağıt evlerin yıkılış ayini, ihtişamlı, kızıl, kabarık toprağın ruhuna... seninki gelmiş mi geri? ne zaman gelmiş? görmedin mi onu? uçak mı ne uçağı? gözüm bi yerden ısırıyor seni ama nereden? gözlerimi kapatıyorum hala tanıdık. sen karşımda öylece uzanıyorsun ve ben kahroluyorum, döndüğümde nasıl özleyeceğimi düşünerek kahroluyorum. iyi gelmiyorsun bana. ve senden sonra istanbul'da olmak, yapı marketlerin havasını solumak gibi, muslukların kalebodurların doldurduğu raflarda ilerlemek gibi gelecek insana.



kafa yordum kendimce, iki ihtimal vardı; ya tanrılar keyfine fazla düşkündü ya da esaslı bir bahse tutuşmuşlardı tam bu kısımda. kayalar ellerimi kesmeden biraz önce bunlarla doluydu aklım, ilk kesiği aldığımda ikinci seçenekte karar kıldım. yolda kendilerine hayran kaldığım zamanlar dışında konuşma fırsatı bulduğum hippilerin yanmış restoran dediği yer evrenin sonundaki restoran olmalıydı, belki de arthur dent'in ağıdını yaktığı şerit burasıydı. backpackerler evrenin saklı köşesindeki bir üsten buraya fırlatılıyor ve ateşin etrafında dans edip pagan dilinden sesler çıkarıyorlardı. onlara katıldım, belki beni de roketlerine alırlar, hiç olmadı backpacklerine atarlardı.

durdum. bu şarkı yarıda mı bitiyor, yoksa bana mı öyle geliyor?


                

 bilemedim.

ama, oval taşlarını öpen adamlar gördüm, yemin ederim. ''seni öldü sandım ruhum'' diye bağırıyor, kayalardan sıçrıyor, turkuaz denizde üç kez sekiyor ve maviliğe karışıyorlardı.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder